ESKİŞEHİR’DE yaşanan orman yangınında 10 canımızı yitirdik. Yüzlerce hektar ormanlık alan ise küle döndü. Şehirde gökyüzünü kaplayan kara dumanlar, güneşi perdeledi; havada süzülen küller adeta yağmur gibi üzerimize yağdı. O saatlerde, bir yandan olup biteni anlamaya çalışıyor, bir yandan da bilgi almaya çabalıyorduk.
Televizyondaki haberleri izlerken yüreklerimizin de ormandaki ağaçlar gibi tutuştuğunu hissettik. Çocuklar endişeliydi. Şehirde pek çok insanın yüreğinde korku, panik ve çaresizlik dolaşıyordu. Televizyonu kapatmak ya da sosyal medyadan uzaklaşmak, ne yazık ki yangına da ölümlere de çare olamıyordu…
Elbette böylesi büyük bir felaketin ardından medyanın rolünü ve haber dilini sorgulamak, hem bir iletişim bilimci hem de bir yurttaş olarak hepimizin ortak sorumluluğu olmalı.
Felaket zamanları, gazeteciliğin
turnusol kâğıdıdır. Haberciliğin bilgi verme işlevi ile duygu sömürüsü
arasındaki çizgi, kriz anlarında daha da belirsizleşir. Bir süeredir devam eden orman yangınlarına dair birçok haberde bu çizginin ne yazık ki aşıldığını gördük.
Bazı haberlerde, travmatik görüntüler ve yakınlarının feryatları etik
süzgeçten geçirilmeden ekranlara taşındı. Sosyal medyada ise hız ve etkileşim
uğruna, gerçeklikten uzak ve teyitsiz bilgiler dolaşıma sokuldu. Oysa “kendini
haber öznesinin yerine koymak” habercilikte yalnızca bir empati çağrısı değil,
aynı zamanda etik bir sorumluluktur.
Türkiye Gazetecileri Hak ve
Sorumluluk Bildirgesi açıkça belirtir:
“Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım,
deprem, felaket veya şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda gazetecinin
olaya yaklaşımı ve araştırması insani olmalı, özel hayatın gizliliğine saygı
göstermeli ve duygu sömürüsünden kaçınılmalıdır. Toplumda panik yaratılmamasına
özen gösterilmeli ve etik kurallar çerçevesinde sorumluluk bilinciyle hareket
edilmelidir.”
Bu bildirde, sorumlu haberciliğin
mağdur onurunu koruma yükümlülüğünü de içerir. Ancak birçok medya organı, bu
temel etik kurallara sadık kalamadı.
Bir diğer önemli sorun, bilgi teyidi
konusundaki özensizlikti. Bazı haberler, resmi makamların açıklamalarını
beklemeden, sosyal medya kaynaklı spekülatif içerikleri haberleştirdi. Yangının
faili olarak belli gruplar ya da kimlikler işaret edildi. Bu durum, yalnızca
toplumsal kutuplaşmayı körüklemekle kalmaz, aynı zamanda gazeteciliğin doğruluk
ve tarafsızlık ilkelerine gölge düşürür.
Haberin hızlı verilmesi önemli
olabilir; ancak doğru ve sorumlu olması daha da önemlidir. “İlk veren
değil, en doğru veren kazanır” ilkesi, etik haberciliğin temel taşıdır.
ETİK SINIRLARI AŞAN BAŞLIK VE
İÇERİKLER
İşte felaket haberlerinde görmeye alışık olduğumuz ama alışmak istemediğimiz, etik açıdan sorunlu bazı başlık ve içerik örnekleri:
“Can pazarında feryatlar yankılandı! Alevler onları yuttu”
Felaketi dramatize eden bu başlık, duygusal sömürüyü ve korku yaratımını körüklemektedir. Gazeteciliği gerçeklikten çok “kurguya” yaklaştırmaktadır.
“Cenaze töreninde yürek yakan anlar! Kızının tabutuna sarıldı…”
Yakın plan cenaze görüntüleri ve kişisel acının sansürsüz aktarımı, mağdur yakınlarının mahremiyetini ihlal eder. Travmatik içerikler, özellikle çocuk ve ölüm haberlerinde büyük özen gerektirir.
“Sabotaj ihtimali üzerinde duruluyor, failler şu gruplar olabilir”
Resmi bir açıklama olmadan, sosyal medyadan alınan bilgilerle belli grupları fail ilan etmek, nefret söylemi ve dezenformasyon örneğidir. Gazetecilik, yargının önüne geçmemelidir.
“Orman yangınında can pazarı! İşte o anlar…”
Görsel efekt ve dramatik fon müzikleriyle sunulan görüntüler, haberi bir “felaket şovuna” dönüştürmekte, bilgi verme amacının ötesine geçmektedir.
“Yangında can verdiler! Acı görüntüler kameralarda…”
Hayatını kaybedenlerin açık şekilde yüzlerinin gösterilmesi, izleyici ilgisi adına yapılan açık bir etik ihlaldir.
ŞİMDİ DE İYİ ÖRNEKLER...
Bazı haberler ise umut vericiydi.
Özellikle yerel medya kuruluşlarının, bölgedeki gönüllülerin yardım
çağrılarını, sağlık ekiplerinin çabalarını ve arama-kurtarma çalışmalarını öne
çıkaran yayınları, felaketin yalnızca yıkım değil dayanışma boyutuna da dikkat
çekti.
Etik habercilik, bilgilendirme
işlevini duyarlılıkla yerine getirmelidir. Resmi açıklamaları temel alan,
teyitsiz iddialardan kaçınan, mağdurların onurunu ve toplumun psikolojik
dengesini gözeten yayıncılık, kriz dönemlerinde güven inşa eder.
Elbette bazı haberlerde, yangının
nedeni ve sorumlulara dair yeterince sorgulayıcı içerik bulunmaması da
eleştirilebilir. Ancak bu eksiklik, sansasyonel içerik üretmek için gerekçe
olamaz.
Haberciliğin görevi yalnızca acıyı
göstermek değil; aynı zamanda umudu, çözümü ve toplumsal dayanışmayı da görünür
kılmaktır.
REYTİNG Mİ, KAMU YARARI MI?
Sonuç olarak şunu sormalıyız: Acıdan
reyting devşiren bir medya mı, yoksa kamu yararını önceleyen sorumlu bir medya
mı istiyoruz?
Bugün vereceğimiz yanıt, yarının
haberciliğini belirleyecektir.
Ne dersiniz?
*
Görsel yapay zeka aracı Chat GPT tarafından oluşturulmuştur.
**
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazetecinin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’ne şu adreste erişilebilir: https://www.tgc.org.tr/bildirgeler/t%C3%BCrkiye-gazetecilik-hak-ve-sorumluluk-bildirgesi/bildirge.html