Uyuşturucuyla Mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uyuşturucuyla Mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İletişimle Kazanmak ya da Kaybetmek: Stratejik İletişim Planlaması Nedir, Nasıl Yapılır? Ne Değildir, Nasıl Yapılmaz?

Stratejik iletişim planlaması bir tercih değil, bir zorunluluktur. Bu yazıda uyuşturucuyla mücadele kampanyalarından yola çıkarak bir stratejik iletişim planlamasının 10 aşamasını, sık yapılan hataları ve olmazsa olmazları ele alıyorum.

 


Stratejik iletişim, belirli bir hedef doğrultusunda bireylerin bilgi, tutum ve davranışlarında değişim yaratmayı amaçlayan, planlı, ölçülebilir, çok kanallı ve sürekli bir süreçtir. Tek seferlik kampanyalardan farklıdır. Salt tanıtım ya da kamu spotu üretmek değildir.

Stratejik iletişim yalnızca kurumun ya da kişinin iyi görünmesi için yapılmaz. Amaç güven inşa etmek, toplumsal fayda üretmek, bilinçli değişim yaratmaktır. İmajdan öte, etki odaklıdır.

Kurumun vizyonu, hedef kitlenin profili, toplumsal değerler, siyasal iklim ve iletişim mecralarının dili bu planlamada birlikte düşünülmelidir. Bu süreç, kurumun kendi içinde yaptığı bir iç monolog değil, toplumla kurduğu empati temelli bir diyalog olmalıdır.

Stratejik iletişim sadece basın bürosu ya da sosyal medya ekibinin masa başında hazırladığı bir rapor değildir. Kurumun tüm birimlerinin, karar vericilerin, uzman ve uygulayıcıların katılımıyla yürütülmesi gereken bir süreç yönetimidir.

Stratejik iletişim planlaması yalnızca bir kamu spotu çekmek ya da afiş basmak değildir. Kamu spotları ve afişler sadece bu planın aracıdır. Mesajın hedef kitlesi, dili, zamanlaması ve yaygınlaştırma planı yoksa, en iyi prodüksiyon bile boşa gider.

Stratejik iletişim slogan yaratmak ya da reklam yapmak da değildir. Amaç tanıtım değil, toplumu bilinçli şekilde dönüştürmektir. Dolayısıyla bu süreç, “konuşuyor gibi yapmak” değil, toplumu konuşturmak için planlamadır.

Uyuşturucu Sessizliğinde Bir Umut Çığlığı: “Yavrumuz Yeniden Doğdu!”

 

“Yavrumuz yeniden doğdu…”

Bu üç kelime, bir annenin yeniden nefes alışı…

Sanatçı Umut Akyürek’in, kızının uyuşturucu bağımlılığıyla verdiği zorlu mücadelenin ardından kurduğu bu cümle, son yıllarda medyada karşılaştığım en çarpıcı ifadelerden biri. Çünkü bu söz, ülkemizde her yıl sayısı artan binlerce annenin yüreğinde gizli kalmış bir çığlığa tercüman oluyor.

Bugünlerde ekonomik sıkıntılardan, siyasi çekişmelerden, savaşlardan ve terör olaylarından oluşan gündemimizde kendine fazla yer bulamayan; ancak en az bunlar kadar hayati bir sorunumuz daha var.

Ne açıkça konuşabildiğimiz, ne boyutları hakkında yeterince bilgi sahibi olduğumuz, ne de etkili önlemler alabildiğimiz bir toplumsal bekâ sorunu…

Sessiz ama derinden; hızlı ama fark edilmeden; tehlikeli ama giderek normalleşen; suskunlukla büyüyen bir halk sağlığı krizi: Uyuşturucu bağımlılığı.

Bu sorun artık yalnızca uzak mahallelerin, karanlık sokakların ya da “bizden olmayan” hayatların meselesi değil.

Özel okullarda okuyan, iyi eğitim almış, sosyal çevresi geniş gençlerin de içine çekildiği bir karanlıktan söz ediyoruz.

Gelinen noktada bu konu yalnızca emniyetin, sağlık kurumlarının ya da rehberlik servislerinin omzuna bırakılabilecek bir sorumluluk olmaktan çıkmıştır. Artık hepimizin elini taşın altına koyması gereken bir eşiğe geldik.

Uyuşturucu yalnızca bireyi değil; ailesini, çevresini, eğitim sistemini ve nihayetinde toplumsal bağışıklığımızı zayıflatan bir krize dönüşmüş durumda.

Bu yazıda gençleri bu bağımlılığa sürükleyen nedenleri, bu karanlık tünele hiç girmemeleri için neler yapılabileceğini ve medyanın bu konudaki sorumluluğunu ele almak istiyorum.

Çünkü daha fazla görmezden gelmek, bu sorunun kendisi kadar tehlikeli bir tercih olabilir.