Eleman mı, İnsan mı? Başarı, insanı tanıyıp doğru yerde değerlendirmekle başlar


Bir kurumun gücü yalnızca sahip olduğu sermaye ya da teknolojiden değil, insan kaynağının doğru yerde ve doğru şekilde değerlendirilmesinden gelir. Çalışanların yüzlerindeki tebessüm ya da yorgunluk, aslında o kurumun yönetim anlayışının en net aynasıdır. Çünkü insan “eleman” olarak değil, kişiliğiyle, değerleriyle, potansiyeliyle bir “insan” olarak görüldüğünde hem işine hem de çevresine hayat katar. Bu yazıda, kişilik farkındalığının ve doğru işe doğru insanı yerleştirmenin, kurumların geleceğini nasıl değiştirdiğini ele almak istiyorum.

SİZİN TERCİHİNİZ HANGİSİ?

Sürekli alışveriş yaptığım bir market var evimin yolu üzerinde. Kasada görevli elemanların biri gidiyor, diğeri geliyor sürekli. Uzun vadeli olarak çalışan bir ya da iki kişi görüyorum. Onlar da bir yılı doldurmadan oradan ayrılıyorlar. Çalışma koşullarını, ücret durumlarını bilmiyorum. Ama yüzlerini pek de gülerken görmediğimi söylemeliyim.

Yolun karşı tarafında bir market daha var. Büyük, zincir marketlerden biri. Çalışanların yüzü gülüyor. Yıllardır çalışanların değiştiğini pek de görmedim. Yani işe alınan elemanlar uzun süredir orada çalışmaya devam ediyorlar. Hal böyle olunca herkes birbirini tanımaya da başlıyor. Kızımla şakalaşmaya, muhabbet etmeye, hoş geldin demeye devam ediyorlar.

Sizce hangisinden alışveriş yapmaktan daha büyük mutluluk duyuyorum ve bir sonraki sefere kendimi oraya giderken buluyorum?


İŞE UYGUN KİŞİYİ BULMAK

“Etkili iletişim, etkili ilişkiler ve yöneticilik” eğitimlerimde görüyorum ki, en çok söz alıp konuşanlar, şikâyette bulunanlar genellikle kendi karakter ve kişiliklerine uygun bir pozisyonda çalıştırılmayanlar.

Örneğin santralde görevli bir personel şikâyetlerini anlatıyor. Yaşadığı iletişim ve ilişki sorunlarını dile getiriyor. Anlatıyor da anlatıyor. Adeta dert küpü…

Kişilik testi sonuçlarına bakıyorum: Kendisi “dominant” kişilikte birisi ve santralde çalışıyor.

İşin daha şaşırtıcı kısmını söyleyeyim: Yöneticilerle konuşuyorum. Onlara da test yapıyorum. Bakıyorum, kendisi gibi ya da kendisi ile en uyumlu çalışabilecek özelliklere sahip kişileri işe kabul etmiş. Yani işin gerektirdiği vasıflardan çok, kendisiyle daha uyumlu çalışabilecek karakter ve kişilikteki kişileri işe almış.

HER İNSAN BİR ÇİÇEKTİR

“Her insan bir çiçektir. Kimisi gül, kimisi karanfil, kimisi papatya… Siz hangi çiçeksiniz?” diye soruyorum. Herkes bir çiçek adı söylüyor. Birkaç kişiden duyduklarım ise şunlar: “Devedikeni”, “Kaktüs”…

Evet, onlar da birer çiçek…

Hangi birimde çalıştıklarını soruyorum.

“Röntgen”, “Ameliyathane…”

Diyorum ki, kimi çiçekler güneşi sever, onları pencereye yakın bir yere koymak gerekir. Kimi gölgede rahat eder. Kimi bol su ister, kimini haftada bir sulamak yeterlidir. Hepsinin adı “çiçek” olsa da her birinin huyu suyu bambaşkadır. Çiçekleri sevmek başka şey, onların yeşermesini, çiçek açmasını sağlamak çok daha başka bir şey.

İNSANI TANIMAK

Önce insanı tanımak gerekiyor. Birini tanımanın en önemli üç koşulu o kişinin bilişsel, duygusal ve davranışsal nitelikleri hakkında bilgi sahibi olmaktır. Yani zekâ ve analiz yeteneği, öz farkındalık ve duygu yönetimi, davranış stili, çalışma tarzı, ekip içindeki uyumu ve stres altındaki tutumunun ne olduğunu anlamak gerekiyor.

Kişisel deneyimlerinizle bu tür anlamlandırmalar yapabilecek olsak da çeşitli test ve ölçeklerle daha hızlı sonuçlar da alabiliriz.

Örneğin Myers-Briggs Type Indicator (MBTI) bireyleri 4 boyut üzerinden değerlendirir: Dışa/İçe Dönüklük, Duyumsama/Sezgi, Düşünme/Hissetme ve Yargılama/Algılama. Bu değerlendirme sonrasında da 16 farklı kişilik tipi açıklamasında bulunulur. Özellikle kariyer planlaması, liderlik ve ekip çalışması bağlamında oldukça kullanışlıdır.

DISC modeli, davranış eğilimlerini 4 temel boyut üzerinden sınıflandırır: Dominant, Sosyal, Uyumlu ve Analitik. Genellikle iletişim stilleri ve takım rolleri için kullanışlı bir modeldir.

Merrill-Reid sosyal stil modeli de iletişim tarzlarını 4 grupta ele alır: Yönlendirici, Dışavurumcu, Sevecen ve Analitik. Bu model de satış, liderlik ve bireyler arası iletişim çalışmalarında kullanılmaktadır.

Benim Kızım Sana Söylüyorum Okurum Sen Anla kitabımda konu ettiğim “Sağ-Sol Beyin” metaforu ile kullanılan, Roger Sperry’nin 1981’de Nobel ödülü aldığı çalışmalarına dayanan eski model ise genel olarak üçlü bir ayrıma gider. Sol beyin ağırlıklı kişiler planlı, detaycı, analitik düşünmeye yatkın kişilerdir. Sağ beyin ağırlıklı kişiler ise yaratıcı, sanatsal, sezgisel, duygusal kişilerdir. İkisini birlikte güçlü bir şekilde kullanabilen kişilerin ise daha zeki ve çok yönlü düşünebilen kişiler olduğu belirtilir.

Enneagram’ı belki duymuşsunuzdur. Çünkü kişisel farkındalık ve gelişim anlamında çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu değerlendirmede kişilik tipleri 9 kategoride tanımlanır. Örneğin mükemmeliyetçi, yardımsever, başarı odaklı, araştırmacı gibi.

Beş faktör (Big Five) modeli, akademik psikolojide en çok kullanılan modeldir. Bunda da kişilik beş temel boyutta açıklanır: Açıklık, Sorumluluk, Dışadönüklük, Uyumluluk, Duygusal dengesizlik.

Söz konusu modellerden en popüler olanı MBTI testidir. DISC ve Merrill-Reid de iş dünyasında çokça tercih edilmektedir. Sağ-sol beyin metaforuna dayanan analiz daha çok kişisel gelişim ve eğitim alanlarında kullanılmaktadır. Enneagram, kişisel gelişim alanında oldukça yaygın bir kullanıma sahiptir. Akademik olarak bilimsel dayanağı en güçlü model ise beş faktör modelidir.

HERKES BU TESTLERİ YAPTIRMALI

Bu testleri neden yaptırmalıyız derseniz; çünkü insan, kendisini tanıdığında potansiyelini daha iyi fark eder. Güçlü yanlarını geliştirme, zayıf yanlarını yönetme fırsatı bulur. Hangi meslekte mutlu olabileceğini, hangi iş ortamında verimli çalışabileceğini anlamak için kişilik farkındalığı kritik bir adımdır.

Bu testleri yaptırmak, aslında kendine bir pusula edinmektir. Hayatta hangi yöne yürümek istediğini bilmeyen bir yolcu, her kavşakta tereddüt eder. Oysa kişilik farkındalığı, bireyin “Ben kimim, neyi yaparken enerji buluyorum, hangi işte tükeniyorum?” sorularına yanıt verir. Böylece kişi yalnızca kariyerinde değil, özel hayatında da daha sağlıklı tercihler yapar.

Üstelik bu tür ölçümler, bireye tek başına “etiket” koymaz. Tam tersine, “gelişim yolculuğu” için bir başlangıç noktası sunar. Yani kendisini tanıyan bir insan, başkalarını da daha iyi tanır; empatisi, iletişim gücü ve ilişkilerinde derinliği artar.

LİDER VE YÖNETİCİLER…

Liderler ve yöneticiler de bu testleri kulanmalı. Çünkü iş, sadece “eleman” bulmak değil, “insanı” anlamak ve doğru yerde değerlendirmektir. Yanlış yere konan bir çiçek nasıl solar, uygun şartlarda nasıl açarsa; insan da doğru yerde açar, yanlış yerde solup gider.

Yöneticilik, yalnızca görev dağıtımı yapmak değildir. İyi bir lider, her çalışanın kişiliğini, güçlü yanlarını, stresle başa çıkma tarzını bilir. Böylece doğru kişiyi doğru pozisyona yerleştirmekle kalmaz; aynı zamanda ekibin uyumunu, kurumun verimliliğini ve işin kalitesini de artırır.

Kişilik testleri bu noktada birer “rehber harita” işlevi görür. Lider, bu haritayı kullanarak yalnızca bireyi değil, ekibin bütünüyle nasıl bir uyum içinde çalışabileceğini de öngörür.

Doğru yerde değerlendirilen çalışan, sadece görev yapan bir “eleman” değil; üretken, yaratıcı ve kurumuna değer katan bir “insan” olur.

Ve unutmayalım: Mutlu çalışan, yalnızca kendi performansını değil, müşterisinin, hastasının, öğrencisinin ya da vatandaşının da memnuniyetini artırır.

İşte bu yüzden, kişilik farkındalığını yönetim süreçlerine entegre eden kurumlar uzun vadede daha güçlü, daha sürdürülebilir ve daha insani bir yapıya kavuşur.

SONUÇ: “ELEMAN” DEĞİL, “İNSAN”

Yazının başında anlattığım iki market örneğini hatırlayın. Birinde çalışanların yüzü asık, sürekli değişiyorlar; diğerinde ise yüzler gülüyor, insanlar uzun süredir aynı yerde çalışıyor, müşterilerle bağ kurabiliyorlar.

Aslında bu küçük gözlem, iş dünyasındaki büyük gerçeği özetliyor: İnsan sadece kasada duran bir “eleman” değil; doğru yerde, doğru koşullarda değerlendirildiğinde hem kendi hem de kurum için değer üreten bir “insan”dır.

Eğitimlerde dinlediğim santral görevlisinin hikâyesi de aynı şeyi söylüyor. Yanlış yerde duran bir kişi, tıpkı gölgeyi sevmeyen bir çiçeğin karanlıkta solması gibi, zamanla mutsuzlaşıyor ve çevresine de bu mutsuzluğu yayıyor.

Oysa kişilik testleriyle, bilimsel ölçümlerle ve biraz da gözlemle, her insanın hangi koşullarda açabileceğini görebilmek mümkün.

Bir markette ya da bir hastanede, bir fabrikada ya da bir okulda… Fark etmez. İnsan doğru yerde değerlendirildiğinde yalnızca işini yapmaz; işine ruhunu da katar. Müşterisine gülümseyen kasiyer, hastasına güven veren hemşire, öğrencisine ilham olan öğretmen ya da üretimde elinden gelenin en iyisini yapan işçi… Hepsi bir çiçektir. Yeter ki doğru yere dikilsin, yeter ki ihtiyaç duyduğu güneşi, suyu ve toprağı bulsun.

O yüzden bugün kurumlara düşen en büyük sorumluluk şudur: İnsanları “eleman” olarak görmekten çıkarmak, onları birer “insan” olarak tanıyıp anlamak ve doğru yerde açmalarına fırsat vermek. Çünkü işte o zaman, hem bireyin yüzü güler, hem kurumun geleceği yeşerir.


Prof. Dr. Erkan Yüksel